Ankara’da öğrencilik yıllarımdaydı. Yorucu geçen bir proje dersi sonrası Güvenpark dolmuş duraklarında beklerken, bineceğim dolmuş önümdeki yolcuyla doldu ve bir sonrakine kaldım. Bu iyi haberdi çünkü ilk yolcu yer seçerdi ve benim hızlı değil rahat gitmeye ihtiyacım vardı. Şoförün yanındaki tekli koltuk malzemelerime de yer bıraktığı için taht gibiydi. Hemen ücreti ödeyip, arkadaki kalabalıkla bağlantımı kesip, ineceğim yere kadar sessiz kalmak niyetindeydim. Şoför, orta yaşta (insan yirmilerinde iken kırklar orta yaş gibi geliyor) bir Anadolu insanıydı. Ücreti aldığında dolmuş ortamında alışkın olmadığımız bir şey söyledi. ‘Teşekkür ederim’. Dinlenme moduna geçecekken arkadan gönderilen her ücrette üşenmeden dönüp aynı cümleyi aynı ses tonuyla tekrar ettiğini fark ettim. 14 e kadar saydığımda konuşmak kaçınılmaz olmuştu. ‘Verdiğiniz hizmete karşılık veriliyor da olsa teşekkür etmeniz ne kadar güzel’ dedim. Gülümseyerek açıkladı: ‘Aslında ben onlara teşekkür etmiyorum, onları bana gönderene şükrediyorum.’ Dolmuştan inerken üstümde yorgunluktan ve sıkıntıdan eser yoktu.
Aldığımız her nefes, her kalp atışından başlayarak Can Yücel üstadın bayram saydığı ağrımayan, iş gören uzuvlara, sevdiklerimiz, sevenlerimiz, geçmiş-bugün-yarınımız, sabun köpüğü başarılarımız… Şükredeceklerimizin sayısı sınırı yokken, kapıyı bizim için açık tutanlardan teşekkürü esirgeyecek hale ne zaman geldik?
İsteklerimiz ve rahatımız doğrultusunda ilerleyen durumlarda daha çabuk hatırladığımız ŞÜKÜR ü, olumsuz ya da bizim öyle sandığımız zamanlarda anmak bir çeşit uyanış, manevi bir olgunluk gerektiriyor şüphesiz. Çünkü doğrularımız ve yanlışlarımız bizi, başkalarını ve kendimizi suçlamaya yönlendiriyor. Sonunda en zavallı olduğumuz yanımızla başbaşa kalıyoruz: Affedememek. Sonra imza bekleyen beraat kararlarıyla dolu klasörleri omuzlarımızda taşıyarak yaşamaya devam ediyoruz. Derken bu yükü aldığımız için yine kendimizi suçluyoruz ve bu döngü sürüp gidiyor. Duygularımız, davranışlarımız ve sonunda bedenimiz ağır sinyaller verip, başka türlü düşünme vaktinin geldiğini anlayıncaya kadar.
Karşılaştığımız ya da bizzat sahibi olduğumuz hataların bize ayna olduğunu, farkındalığımızı artırdığını ya da tekamül vesilesi olduğunu, pişmanlığın azaptan çok uzak kapılar açabildiğini, asıl böyle anlarda şükredebilmenin ve biraz daha derine bakabilmenin ne büyük nimet olduğunu anladığımız an hissettiğimiz duyguya ‘huzur’ diyoruz. Diğer bir deyişle akışta kalıp hayatı kucaklıyoruz.
Tüm bunları kelimelere döküp paylaşabildiğim için şükretmenin tam zamanı…
Şükretmek harika bir duygu. Buna ne güzel bir anlatımla dokunmuşsun.Tebrik ediyorum güzel kızım.
Gülin Cankurtaran
22-05-2024 16:18