Fizik dersinin en sevdiğim konusu daima ‘optik’ olmuştur. Şeffaf ve opak maddeler, yüzeyler, kalınlıklar, kırılma, yansıma ve hepsinin vazgeçilmezi olan ‘ışık’. Suda ve daha yoğun bir saydam olan cam içinde ilerleyişi, yansıyarak dışarıdakilerin gözünü alışı, içeride kırılmasına rağmen parçalanmayıp birbirinden güzel renklere dönüşmesi hayranlık uyandırıcıdır. Ama esas inanılmaz olan camın bir yüzü geçirgenliği engelleyen özel bir malzemeyle kaplandığında ortaya çıkar ki bu da işin ‘sırrı’ dır. Sonra bir bakarsınız alemde görünür olan her şeyin bir eşi peydah olur o camda. Üstelik müsbettir ki, gerçek bu sihirli cama bir adım yaklaştığında, suret ona iki adım yaklaşır.
Düz aynada birebir yansıyan görüntü, içbükey ya da dışbükey olduğunda deforme olur. Aslından ayrılmaya başlar. Bu durum bazen gülümsetirken bazen hayal kırıklığı yaratır. İnce kalına, uzun kısaya, doğru eğriye dönüşebilir. Tam tersi de bir o kadar aldatıcı ve gerçek dışıdır aslında. Görmek istediğiniz yansımaya göre tepkiniz değişir.
Yansıtıcı (ayna benzeri) dış yüzeyler, içindekini gizlemenin en pratik yöntemlerinden biridir. Mimarlıkta eski yapılaşmanın yoğun olduğu bölgelerde, arada kalan ve dönüşümü zorunlu olan yapının cephesi yansıtıcı olarak tasarlandığında çevresinin aksi gibi görüneceğinden hiçbir şeyin değişmediği algısı yaratılabilir. Aslında yapı içinde bambaşka bir hayat yaşanmaktadır artık.
Duyguların ifade edilişi ya da olayların sonuçları ve etkileri anlamında kullanılan yansıma ise görünmezin farkedilir olmasına karşılık gelir. Dolayısıyla çoğunlukla kırılan ışığın ayrılacağı renkler gibi kişisel ve toplumsal öznellikle bin bir çeşittir. Sanatın ve özgür iradenin varoluşunu destekleyen bu yansımalarda ışığın ve bakışın açısı her değiştiğinde yeni dünyalar ortaya çıkar.
Antik çağlardan beri, fiziken kalbe işaret eden ama aslında insanın duygu sandığı olan ‘gönül’ ün aynası olma görevi de gözlere verilmiştir. Peki onca yaşanmışlık, önyargı ve türlü niyet ile bizler ne kadar gerçek yansıtabiliriz duygularımızı? Yoksa zaten elimiz dilimiz çoğu zaman bağlanmışken ya da kirlenmişken en doğrusu işi korkusuzca gözlerimize mi bırakmak mıdır? Bulutlar güneşi örtüp griye çevirirken alemi, üstümüze düşen karanlığı yansıtmak yerine içimizdeki her rengin sayısız tonunu yaysak mı dünyaya? Su gibi şeffaf ama parlak, bulanınca dalga dalga akıp temizlenen olsak...
Yorum Yazın
Facebook Yorum