Her günün bir adı var. Annelere, babalara, çocuklara, gençlere, kadınlara, sevgililere, her meslek grubuna, hayvanlara, özel olarak tahsis edilmiş günler bunlar.
Sanki biri eline takvimi almış da hiç boş bırakmadan her güne bir isim vermiş gibi. Her gününde kendi içinde bir tarihi bir anlamı var.
Bazen google’a soruyorum bugün ne günü diye karşıma aynı gün için 3-4 gün adı veriyor. “365 günü dolu dolu geçiyoruz” demeden edemiyorum.
Bazı günlerin adı olduğu kadar dramı da var, 8 Mart gibi, sevgililer günü gibi.
Meslek gruplarının günleri kesinlikle olmalı en azından yılda bir kez de olsa ilgili meslek grubunun sorunları dile getiriliyor. Öğretmelerin, doktorların, avukatların dile getirilmeyen sorunlarını toplum olarak beraber yaşıyoruz.
Havyanlar; ormanların içinde canlı canlı yaktığımız, avcılık adı altında nesli tükenenlerin, insana hizmet ediyor diye yediğimiz yani ağzı olup dili olmayan varlıkların adı öylesine anılıyor.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda ise yetkili birinin koltuğuna çocuk oturtuluyor. Neden? Tam tersi olsa olmuyor mu? Çocukları anlamak için o yetkililer bir gün onlar gibi yaşasınlar. Deneyimlemek açısından söylüyorum.
Ruhumuzu vatan millet aşkına olan her günü tekrar tekrar analım. Analım ki bu toprakları vatan yapan değerlere sahip çıkalım. Öğrenmek için tekrar etmek gerekir. Vatanın sürekli kıymetli olduğunu sürekli tekrar edelim bizde.
Ya insanın ruhuna dokunan günler. Anneler günü, babalar günü gibi. Bazen de dini bayramlar gibi. Bu tür günlerde mezarlıkların nasıl dolup taştığını görünce içim sızlıyor. Sevdiklerini kaybedenler, onları özleyenler koşarak gidiyor yanlarına belki küçük bir gönül ferahlığı için, ait olduğu yuvanın sıcaklığını ruhunda yeniden hissedebilmek için.
Hayat kimseye adil davranmıyor sonuçta.
Bugün anneler günü;
Annemin öldüğü yaşa 3 kalayım. Yani annem öleli 23 yıl, annem olarak bildiğim gördüğüm kişiyi kaybedeli 10 yıl oldu. 3 kadının tek kızı tek çocuğu iken şimdi ben kime sığınacağım dediğim günlerden birindeyim. Anne olabilmek için illaki doğum yapmak gerekmiyor sonuçta. Bir canlının varlığını sürdürebilmesi için ona gerekli şartları oluşturup, koruyup kollayıp, ilgini ve sevgini vermek de bir anneliktir.
Benim gibi yüzbinlerce kişi kendi çocukluğunu hatırlayıp, belki hüzünlenecek, belki ağlayacak. Belki de mezar ziyareti yapacak. Anne evine gider gibi. Ana kucağına sığınır gibi. Öylesine meded umacağız bir taş ve biraz topraktan. Biraz da kimsesizliğimizi hatırlayarak kendimize karşı daha korumacı davranmak için tetikte olacağız. Sonuçta bizi olduğumuz gibi kabul eden kimse hayatımızda yok artık. Kendine yaslanan dik yürür deyip hüzün içinde devam edeceğiz yola.
Belki de bugün çocuğunu erken yaşta kaybetmiş veya bir şehit annesi çocuğunu ziyaret edecek. Anıları canlanıp, hüznü üst seviyeye çıkacak, kalbi paramparça olmuş bir annenin gözyaşları akacak.
Böyle duyguları olan günler kaldırılmalı bence. Zaten kapitalist sistemin gereği bu günler anma gününden çıkarak hediyeleşme gününe döndü. Haftalardır televizyonlarda, radyolarda, kuyum, pırlanta, küçük ev aletleri, çiçekçi reklamlarından yorulduk ve bu sayede değer algılarımız değişti. Alınan hediyenin bedeli kadar değerimiz olduğu düşündürülmeye başlandı.
Bazılarımız için bugünler maddesel olduğu gibi bazılarımız içinde içimizdeki yaraları hatırlayıp tekrar tekrar kanatacağımız günler. Değeri olan şeyin, günü vakti olmaz. Öyle güne, isme sığdıramazsınız.
Anneler günü bugün, bir güne hiç sığmaz. Her gün sorgusuz sualsiz bizi kabul edip, kızarken bile seven, dünyanın en güvenilir, en korunaklı yeri. Sizi istismar etmeden sevecek tek kişi.
Eğer anneniz veya anne olarak gördüğünüz kişiler varsa ve hala yaşıyorsa gidin sıkı sıkı sarılın. Çünkü anne diye bir toprağı ziyaret etmek çok acı.
Hayatınızda size değer verip özen gösteren, sizi karşılıksız seven herkesin değerini bilip o insanları değerli hissettirdiğiniz günlere.
Saygılarımla...
Yorum Yazın
Facebook Yorum