‘Bu alemde en büyük erdem nedir?’ diye sorsalar hiç düşünmeden ‘kendini bilmek’ cevabını veririm. Nedeni; insanı diğer canlılardan ayıran, dünyaya geldiğinde doğada bakım almadan hayatta kalma becerisi en zayıf varlıkken, bulunduğu ortamı kendince şekillendirip uyumlu hale getirmesini sağlayan ‘bilinç’ in en büyük sorunsalına (ben kimim ve neden buradayım?) çıkan tek anahtar olmasıdır. Sonsuz sayıda seçenek içinde anahtarı bulmak için en pratik görünen yöntem de eleme metodudur. Kim olmadığımızı bilmek ya da ne olmadığımızın farkına varmak bu zorlu ve uzun yolculukta bizi hareket ettirecek en güvenli vasıtadır.
Bilimsel verilere göre insan, ortalama iki yaşına kadar kendisini annesinin bir uzvu olarak görür. O anki yaşam süresinin büyük kısmını aynı bedende geçirdiği için bu son derece doğal bir kabuldür. Çevreye dair algıları açıldıkça kendi bedeninin de farkına varmaya başlar. Bağımsız davranışlar gösterip geri dönüşler alarak sonuçları hızlıca kaydeder ve istediğini elde etmenin yollarını doğru ya da yanlış, öğrenmiştir artık. Yaşa bağlı sendromlar olarak ifade edilen bu değişimler yapabileceklerinin farkına varma, deneme, yanılma, kısaca ‘kendini bilmeye çalışma’ dır aslında. İlk tepki ses çıkarma, hatta çığlıklar atma şeklindedir. Tüm ihtiyaç ve istekler için standart olan bu yöntemin yerini zamanla kelimeler alır. İşler hem kolaylaşır hem de zorlaşır. Artık doğru kelimeleri seçmeyi öğrenme vaktidir. Çığlıklar azaldığı ve anlaşmak kolaylaştığı için herkes memnundur halinden ve kurallar görünürde konforlu yaşamın vazgeçilmezleridir. Derken bir zaman sonra, işler aniden tersine döner. Kelimelerin seçimi zorlaşır, konfor tanımı değişir ve çığlıklar geri döner. Bilimsel olarak beyin ve dolayısıyla vücut kimyasının değişiminin dışavurumu olarak açıklanan bu durum, yaşayanda ‘bilinç’ İ bulanıklaştırdığı için güvenlik duygusunun ve konforun kaybolduğu dönemdir. O dönemde alınan kararların dönülemez olduğu endişesi iki sonuç doğurabilir. Birincisi sürekli fikir değiştirme halinde kalıp mümkün olabildiğince çok şey denemek, ikincisi sayısız seçeneğe kendini kapatıp konfor alanını seçmek. Hangisinin daha tehlikeli olduğunu gösterecek tek uzman zamandır.
Genetik ve epigenetik faktörler nedeniyle 2 yaşında bitmesi gereken, ebeveynlerinin uzantısı olma duygusunun bir ömür boyu sürdüğüne özellikle ülkemizde sıkça şahit oluruz. Bir sonraki nesil dünyaya geldiğinde bile değişen hiçbir şey olmaz. Peki hayatının bir döneminde bu döngüyü kırabilen insanlar seçilmiş olanlar mıdır? Birtakım tesadüfler olarak nitelendirdikleri dönüm noktalarında hiç mi kişisel emekleri yoktur? İşte insanın dünya üzerinde varoluşuyla başlayan kimlik ve anlam arayışının kilit noktası budur. Farkındalık ve bilinç kader ile güç savaşında olmak zorunda mıdır? Yoksa zaten her ikisi de kaderin parçası mıdır? Tek bildiğim karar günü geldiğinde ‘kim olmadığınızı’ fark etmenizi sağlayan bir kadere sahipsek hemen üstünü çizip listenin kalanını sorgulamak üzere yola devam etmemiz gerektiği. Yoksa milyonlarca insan gibi bir sabah aynaya bakıp o ürpertici soruyu sorabiliriz:
Sen de kimsin?!!!... Aslında bu soru doğru yolun başlangıcıdır.
Yorum Yazın
Facebook Yorum