40 yaşı karşılamaya hazırlandığım günlerdi. İş ve kişisel nedenlerle bilgisayar ekranı karşısında uzun zaman geçiriyordum. Bu yüzden gözlerimdeki yorgunluk hissine farklı bir anlam yüklemek aklıma gelmedi. Muhtemelen kuruyarak sulanıyor, kirleniyor ve bu da görüşümün bozulmasına neden oluyordu.
13 yaşında 1.5 numara gözlükle başlayan uzak görme kusuru 18 yaşında 3.5 numaraya ulaşıp durmuştu. Son 20 yıldır lens kullanıyordum ve bu süreci zararsız geçirmeyi başarmıştım. Yine de son durumun sorumlusu olma ihtimalini düşünerek çıkarttım. Gözlüğe döndüm, dikkat ettim… Olmadı. Annemin 47 yaşında ‘çok erken’ ifadesiyle koyulan katarakt teşhisini kırk yaşı doldurmadan evde kendime koydum ve doğru çıktı. Tek rahatlatıcı konu durumun sorumlusu olmamamdı. Yani ne yetersiz ışıkta kitap okumak, ne milimlerle çizim yapmak, ne sulu gözlü olmak, ne de hijyen problemi neden değildi. Gözlerim, ne şekli ne de rengi açısından annemin gözlerine benzemese de merceğini bozmaya pek hevesliydi. Günümüzde sıradanlaşmış bir operasyonla çözülebilen bu durum için önce üzülüp sonra şükrettim. Zira bu gen denen kaderin kimlere ne hediyeler verip, neler çaldığına her gün defalarca şahit oluyorduk. İşlem bittiğinde, şimdilik gözlükle de işim kalmadı.
Birkaç yıl öncesinde danışanı olduğum ve hala zaman zaman görüştüğüm yaşam koçu Hülya Hanımla durumu paylaşmak istedim. ‘Geçmiş olsun Mutlu Hanım’ dedi ve ekledi. ‘Kendinize sormanızı istediğim bir soru var: Neyi görmemeyi seçtiniz?’
Bilim, genetik, çaresiz aktarımlar? Ne oldu onlara? Doğru olabilir miydi bu? Hazmedilemeyen gerçekler sindirim sistemini, sevgisiz ve kaygıyla büyümek kalbi, sesini duyuramamak nefesi yoruyordu. Doğru. Öyleyse bir benzeri, görmek istemedikleriyle karşı karşıya kalanlar ya da biraz olsun rahatlamak için görmemeyi seçenler için geçerli olabilirdi.
İngilizce’ de temelde görmek anlamına gelen ‘to see’ fiili aynı zamanda anlamak, sezmek ya da kavramak karşılığı olarak da kullanılır. Geçmişte özensiz çevirilerin yapıldığı altyazılarda bu konuda çok hata yapılırdı. Tipik bir Amerikan günah çıkartma operasyonu olan, görsel efekt şöleni Avatar filminde Pandora gezegeni yerli halkı sadece saldırıya karşı hayatta kalmak ya da beslenmek için bir canlıyı öldürmek zorunda olduklarında şöyle diyorlardı: ‘ I see you’. Seni görüyorum karşılığı gibi görünen ifadenin asıl anlamı: ‘varlığını kabul ediyorum’ idi. Yok saymamak… Yani görmezden gelmek, göz ardı etmek, ters giden bir şeylere çözüm üretmek yerine, konfor alanından çıkmamak adına ertelemek ve sıradanlaştırmak demekti.
Aşık Veysel’ in çocukken kapanan gözlerle ne sırlara erdiğini, görmeden bilmeyi, gönül okuyup söz demeyi, ağacı incitmeden saz çalıp ses vermeyi öğrendiğini görünce GÖRMEK ne demektir öğrendim. Varsın biraz bulanık olsun hava, eğri gitsin çizgiler. Görmeyi seçelim biz her daim. Sonuçlarına katlanmak için kararlı ve sakin duralım. Zira sanırım insan olduğumuzu hissetmenin tek yolu bu…
Yorum Yazın
Facebook Yorum