Modern dünyanın en temel dinamiklerinden biri rekabet. İş dünyasından eğitim hayatına, spor müsabakalarından kişisel ilişkilerimize kadar hayatın her alanında karşımıza çıkan bu kavram, başarıya ulaşmanın temel yolu olarak sunuluyor. Peki, rekabet gerçekten düşündüğümüz kadar faydalı mı? Yoksa beraberinde birçok zararı da mı getiriyor?
Rekabetin olumlu yönlerini göz ardı etmek elbette mümkün değil. İnsanların kendilerini geliştirmeye, daha iyisini yapmaya teşvik ettiği, üretkenliği artırdığı söylenir. Ancak bu olgu, insan ruhuna ve topluma verdiği zararlar göz önüne alındığında, aslında sandığımız kadar masum olmayabilir. Çünkü rekabet, doğası gereği bir yarışı, bir üstünlük kurma arzusunu barındırır ve bu da insanı bencilliğe, açgözlülüğe ve haksızlık yapmaya itebilir.
İlk olarak, rekabetin birey üzerinde yarattığı baskıya dikkat çekmek gerekiyor. Sürekli başkalarıyla yarış halinde olan bir insan, kendisini yetersiz hissetmeye, başkalarının başarılarını kıskanmaya ve bu başarılar karşısında moral kaybı yaşamaya meyillidir. Bu duygular, kişinin ruhsal sağlığını olumsuz etkileyebilir ve zamanla kendisiyle barışık olamayan bir birey ortaya çıkar. Oysa ki insan, Allah'ın ona verdiği yetenek ve potansiyelle barışık olmalı, sürekli kendini başkalarıyla kıyaslamaktan kaçınmalıdır. Kur'an'da da belirtildiği gibi, Allah her bireyi farklı yeteneklerle donatmıştır; başkalarının sahip olduklarına göz dikmek insanın huzurunu bozar.
Rekabetin toplumsal etkilerine baktığımızda, toplumu bireyselleştiren ve insanların birbirine yabancılaşmasına yol açan bir unsur olduğunu görürüz. Oysa dinimiz, yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir yaşam tarzını öğütler. Rekabet ise, bu dayanışmayı baltalayarak toplumun bireylerini birbirine karşı kışkırtır. Kendi menfaatini her şeyin üzerinde tutan bireyler, toplumsal bağları zayıflatır ve ortak iyiliğin önüne engeller koyar. Rekabetin şiddetlendiği toplumlarda, insanlar birbirine güvenmekte zorlanır, ilişkiler yüzeysel hale gelir ve herkes birbirine potansiyel bir rakip gözüyle bakar.
Dahası, rekabetin açgözlülüğü ve doyumsuzluğu besleyen bir tarafı vardır. Daha fazla kazanma, daha iyi olma hırsı kişiyi maddi değerlere saplanıp kalmaya iter. Oysa İslam, insanı maddi dünyanın geçici olduğunu hatırlatır ve kalbin bu dünyaya bağlanmaması gerektiğini vurgular. Rekabet, bireyi bu gerçeği unutarak sürekli daha fazlasını istemeye, hırsla dolup taşmaya sürükler. Halbuki huzur ve mutluluk, maddi kazanımlarda değil; kalbin Allah'a yönelmesinde, şükretmekte ve elindekilerle yetinmekte gizlidir.
Sonuç olarak, rekabetin faydalı görünen yönlerinin arkasında, bireysel ve toplumsal anlamda birçok zararı barındırdığını fark etmek zorundayız. Toplumu bölen, bireyi yalnızlaştıran ve insanın maneviyatını zedeleyen bu yarış ortamında, rekabetin yerine yardımlaşma ve paylaşmanın geçmesi gerektiğini anlamalıyız. Allah katında önemli olan, başkalarına üstün gelmek değil; insanlara yardım etmek, adil olmak ve paylaşmayı bilmekle gerçek insanlık değerlerine ulaşmaktır.
Rekabetin yerine, sevgi, hoşgörü ve dayanışmanın hakim olduğu bir dünya mümkün. Bu dünya, bireylerin sadece kendilerini düşünmedikleri, başkalarına da fayda sağlamak için çaba gösterdikleri bir yerdir. Allah’ın rızasını kazanmanın yolu da işte bu fedakarlıktan ve paylaşmaktan geçer. Unutmayalım ki, ne kadar kazanırsak kazanalım, insanlık değerlerinden uzaklaşırsak, kazandıklarımızın hiçbir anlamı kalmaz.
Yorum Yazın
Facebook Yorum