Bu sefer isimsiz yazacağım pembe pançolu küçük kızın hikâyesini... Annesi öyle istedi. Babasının ve annesinin ayrılmasıyla dedesinin yanına yerleşiyor anne-kız. Evde engelli iki kardeşine de bakan dedesi, onların bakım parasıyla geçiniyor; buna geçinmek denirse tabii. Küçük bir depoda yaşıyorlar ve elektrik yok. Komşulardan çektikleri seyyar kabloyla sadece buzdolabını çalıştırabiliyorlar. Peki ya mutfak? Mutfak, dışarıda, duvarın kenarında. Gittiğimizde bulaşıklar birikmiş, yıkayamamışlar; hava soğuk olduğu için. Atlamayalım, su da sıkıntı.
Soğuk deyince aklıma geldi: “Nasıl ısınıyorsunuz?” diye sorduk. Dışarıda ateş yakıyor, közleri içeri taşıyarak ısınıyorlarmış. İçeri davet ettiler; bir baktım, nargile var. Meğerse dedesi, bir yerden bulduğu nargilenin üzerindeki közlerle odayı ısıtıyormuş. Nargileyi kullanmak için değil, sadece ısınabilmek için almışlar. Her şey bir odanın içerisindeydi... Hâliyle üzüldüm, içim parçalandı. Koca koca evlere sığamazken, o küçücük yere nasıl sığdıklarını kara kara düşündüm.
O sırada pembe pançolu küçük kızın kahkahası odayı doldurdu. Nenesiyle uğraşıyordu. O gülünce benim de yüzüm gülmeye başladı. Ev ahalisinin hâline üzülürken neşem yerine geldi. Sonrasında anladım, oradaki insanların bu şartlara rağmen nasıl ayakta durabildiklerini... Henüz beş yaşında olan pembe pançolu kız, kader ilmek ilmek mutluluk örsün hayatının geri kalanına. Bir annenin içten duası, yolunu aydınlatsın pembe pançolu kız...
Yorum Yazın
Facebook Yorum