“Siz zirveye tırmanana saygı duyuyorsunuz, biz nefsini terk edene saygı duyuyoruz” ifadesi, günümüz toplumunun maddi başarıları ve gösterişli zaferleri yüceltirken, manevi ve içsel başarıları göz ardı etmesine yönelik güçlü bir eleştiridir. Bu iki yaklaşım arasında büyük bir fark vardır: Zirveye tırmanmak, çoğu zaman dünya malı, statü ve kişisel çıkarlar için mücadele etmeyi temsil ederken, nefsi terk etmek ise kişinin bencil istek ve arzularından sıyrılarak kendini Allah'a ve ahlaki değerlere adamasını ifade eder.
Toplum, genellikle başarıyı dışsal göstergelere dayalı olarak tanımlar: Güç, para, kariyer, ün. Zirveye tırmananlar, çoğu zaman göz önündedir, alkışlanır, övülür ve örnek gösterilir. Modern dünyanın “başarı” tanımı, insanları birbirleriyle rekabet etmeye, daha fazla kazanmaya ve daha fazla güç elde etmeye teşvik eder. Bu, insanın maddi dünyaya bağlanmasına ve nihayetinde nefsin esiri olmasına yol açabilir. Oysa ki İslam, insanı nefsin arzularından arınmaya, tevazu, sabır ve şükür içinde yaşamaya davet eder.
Nefsi terk etmek, kişinin içsel bir yolculuğa çıkmasını, ego ve kibir gibi manevi hastalıklardan kurtulmasını gerektirir. Bu yolculuk, gözle görülmeyen, dışarıdan fark edilmeyen bir çaba olabilir, ama aslında en zor olanıdır. Nefsini terk eden kişi, Allah’a olan bağlılığını, dünya zevklerine olan düşkünlüğün önüne koyar. Bu kişi, gösterişten uzak, sadece Rabbinin rızasını arayan bir hayat sürer. İslam ahlakında en büyük saygı, işte bu kişilere gösterilir. Çünkü nefsiyle mücadele eden insan, dünya hayatının geçici olduğunu, asıl gayenin ahiret için hazırlık yapmak olduğunu idrak eder.
Bu perspektiften bakıldığında, toplumun yücelttiği başarıların çoğu, aslında geçici ve yanıltıcıdır. Zirveye tırmanmak, insanın kendini ve başkalarını geride bıraktığı, hatta ezdiği bir yarış olabilir. Nefsini terk etmek ise, insanın kendini keşfetmesi, ilahi olanla yakınlaşması ve daha alçakgönüllü bir varlık haline gelmesidir.
Nefsi terk etmek, aynı zamanda insanın kendini başkalarının yerine koyabilmesini sağlar. Bencilce hedefler yerine, daha fazla vermeyi, paylaşmayı ve başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğu haline getirmeyi öğretir. Bu yüzden İslam, nefsi terk edenleri, büyük makam sahibi ya da zengin olanlardan daha kıymetli görür. Çünkü insanın en büyük mücadelesi, dış dünyada değil, kendi içinde verdiği mücadeledir.
Sonuç olarak, toplumun zirveye tırmananlara gösterdiği hayranlık ve saygı, yüzeysel bir başarıyı ödüllendiren bir yaklaşımdır. Oysa nefsini terk edenler, içsel ve manevi bir zaferin temsilcisidir ve hakiki anlamda saygı, onların bu derin ve zorlu yolculuğuna gösterilmelidir. Asıl zirve, kişinin kendi nefsi üzerinde kazandığı zaferdir.
Yorum Yazın
Facebook Yorum