Bu dünyada sürekli yanlış anlaşıldığını düşünen insanlar var.
Bu insanlar sürekli bir şeylerin farkındalar.
Sürekli bir yerlerde karşılık beklemeden çabalarlar.
Bu tür insanlar yalnız olmaya, fedakarca sevmeye, almadan vermeye eğilimlililerdir. Dünyanın onları görmediğinin de farkındadırlar. Ama onlar vefakarlık ve fedakarlıkta sınır tanımadıkları için tüm insanlık adına bir şeyler yapmaya çalışırlar.
Çabalarının yetersiz kaldığı yerlerden veya birlikte çabalanmayan durumlardan arkalarına bakmadan giderler. Yeni yerlerde yeni şeylerle uğraşarak farklı deneyimleri yaşayıp gözlemleyerek dünya için düşünce ve hareket tarzları geliştirip aktarmaya çalışırlar.
Dünyayı değiştirmek veya dünyayı düzeltmeye çalışmak onların işi değildir aslında. Görüyordur yaraları, o yaraların kapanması için ülkenin yaşadığı dönemin beş yüz yıl ötesine gitmesi gerekiyordur belki. Yaralarını bildiği, kendine bu güzellikleri sunan dünyaya fazla vefakâr olduğu için iyileştirmeye çalışır. Belki de beş yüz yıl sonrasında iyileşmiş dünyanın tohumlarını şimdiden atmaya çalışıyorlardır.
Grup içerisinde yapamıyorsa dahi; “ Deniz Yıldızı Hikayesindeki milyonlarca kıyıya vuran denizyıldızından bir tanesinin bile geri denize atılması bir şeyler değiştirir misali “bireysel olarak dokunabiliyorsam ne mutlu bana” diyerek ilerlemeye devam ederler.
Yanlışları görüp, söylediği için yanlışseverler tarafından belki dışlanır, belki yanlış anlaşılır, üzülür, yıpranır. Ama alışkanlıklarından vazgeçmeden yeniliklerle ilerler…
Yaşamla uyum içerisinde yaşarken, aynı zamanda başkalarının duygularını da hissederler. Olayların akışını ve gidişatının hangi yönde olduğunun farkındadır. Farkında olduklarını dile getirdiğinde kafada kurmakla, senaryo yazmakla suçlanırlar.
Birçok farklı karakteristik özelliğe sahiptirler. Bu karakter özelliğine sahip olamayanlar tarafından sürekli ürkütülürler. Çünkü ürkütenler, onların potansiyelinin farkındadır ve onları bastırmak isterler.
Dünyayı değiştirecek güce sahip olan insanlar; bu hayatın en acılı yollarında yürüyebilirler, buna rağmen bir şekilde gülümseyebilme gücünü gösterirler ve kendi acılarına rağmen başkalarına destek olurlar.
Hepimizin yaşam alanları, öğrenmişlikleri, ananeleri, kültürleri, aileden aldıkları eğitim farklı…
Ancak hepimizin sorunları ortak…
Etik ve ahlaki değerler,
Sevgi ve saygı,
İnsanların birbirlerine verdikleri zararlardan şikayetler vs.
Fakat birçoğumuz değişimleri karşımızdan bekliyoruz. Almadan vermek istemiyoruz.
Şöyle anlatayım;
Ben senden bekliyorum doğru davranışı, “ yaparsa bende bunu yaparım” diyorum, ardından sende aynı şeyi söylüyorsun. İkimizde birbirimizden bekliyoruz. Sonuç, değişen bir şey tabi ki olamaz. Hani şikayetçiydik, bizde bir şey yapmadık değişim için.
Bu dünyayı değiştirecek ruh ve yüreğin her insanda olduğunu düşünüyorum.
Hiçbir devrim yara almadan sonuçlanamaz…
Yenilik, tazelik ve canlılık yaranın kabuğunun altında saklanır sonuçta…
Süreç içerisinde yaralar da alsak, üzülsek de, dışlansak da toplum olarak bildiğimiz ancak uygulayamadığımız etik ve ahlaki değerlere ulaşmak adına değmez mi diyorum.
Bu toplumsal bilinç halini bizler yaratacağız. Bilginin kümülatifliğinin aktarılabilirliği ile bizden sonraki kuşaklar için toplumu yeniden dizayn etmiş olacağız.
Evet, belki bunların güzelliğini bizler yaşamamış olacağız çünkü toplumların evrilmesi yüzyıllar alabilir. ( düzgün bir şeyin bozulma süreci kısa iken, bozuk bir düzenin çarklarının doğru çalışıyor hale gelmesi daha uzun sürer.)
Biz görüp içinde yaşamayacak olsak da “bu dünyayı kurtarmak adına yaşadığım dönem içerisinde elimden gelen herşeyi yaptım” diyebilme huzurunda ve içsel mutluluğunda olacak ruhumuz.
Joseph Murphy’nin sözünde de olduğu gibi;
“Ruhun kopardığı gürültü, bedenin kopardığı gürültüyü bastırıyorsa, değişim sürecini bastırmak imkansızdır.
Artık ruhu sakinleştirmek için ya bedenin konforundan vazgeçmek ya da inanç ve alışkanlıkları değiştirmek gerekir…”
Ben de “değmez mi buna” diyorum.
Saygılarımla,
Süreyya KOCADAĞ
Sosyolog
Uzm. Aile Danışmanı-Dikkat Eğitmeni
Yorum Yazın
Facebook Yorum