Bu dörtlükte, derdin bir şifa olduğu düşüncesi, derin bir teslimiyet ve tevekkül duygusunu ifade ediyor. Modern dünyada çoğumuz sıkıntıdan, dertten kaçmaya çalışırken, dertleri ruhsal bir olgunlaşma vesilesi olarak gören bir bakış açısı sunuluyor. Bu bakış açısına göre, insanın başına gelen zorluklar, onu olgunlaştıran, ruhunu arındıran ve Allah’a yaklaştıran birer vasıta.
Habîb’in şiirinde “derdin” şifa olup olmadığını sorgularken, aslında dert ile şifa arasında bir bağ kuruyor. Çünkü bu dert, sevgiliyi hatırlatıyor. Bu sevgili mecazi anlamda Allah ya da ilahi bir aşkla anlaşıldığında, insana ölümü bile sevdirecek kadar güçlü bir bağlılık ve teslimiyetin sembolü haline geliyor. Bu durumda, dert insana acı vermekten ziyade onu Allah’a yaklaştıran, kalbini yumuşatan ve ilahi sevgiyi hatırlatan bir şifa olarak algılanıyor.
Bu anlayış, tasavvufta da sıkça karşılaşılan bir yaklaşımdır. Dert, insanı dünya ile olan bağlarından koparıp asıl gerçeğe, yani Allah’a yönlendirir. Tasavvufun büyüklerinden Mevlana da “Dert insanı, insan eder” demiştir. İnsanın acı çekerek olgunlaşması, içindeki ilahi aşkın alevlenmesine neden olur. Dolayısıyla, bu şiirdeki dert, maddi bir acıdan ziyade, manevi bir yolculuğun sembolü olarak karşımıza çıkar.
Bu şiir, okura şunu hatırlatıyor: Hayatta karşılaşılan sıkıntılar, Allah’ı hatırlatan, insanı yücelten birer fırsattır. Eğer bu dertler bizi O’na yaklaştırıyorsa, o zaman acılar da şifaya dönüşür.
Yorum Yazın
Facebook Yorum