Nasıl anlatsam? Nerden başlasam?... Giriş sizi yanıltmasın, gerçekleşmemiş hayallerin anlatılacağı bir yazı değil bu. Bizim kuşağın iyi bildiği, MFÖ grubunun ‘Bodrum Bodrum’ şarkısının devamında duygu ve uyku hasreti vardır. Bodrum dolup boşaladursun, ‘uyku’ yu özlemle anmak her zaman acınası bir durumdur.
Ölümü ve yeniden doğmayı çağrıştıran uyuyup uyanma ritüeli, eksikliği türlü bedensel ve ruhsal rahatsızlığa zemin hazırlayan büyük bir nimet. Çocuklarda gelişime olan desteği gıda ile yarışan (Uyusun da büyüsün ninnileri boşa söylenmemiş), yetişkinlerde yenilenme, fiziksel ve mental onarımların mesai saati olan uyku, zamanında ve yeteri miktarda alındığında olağanüstü bir ilaç.
Bir damla kan ve binbir endişeden müteşekkil insanoğlunun kısa süre için kaygısız nefes aldığı saatler uykuda geçiyor. Alınacak önemli kararlar arifesinde, acele edip hata yapmamak için kültürlerarası tabirle ‘üstüne yatmak ya da uyumak’ tavsiye edilir. Sadece zaman kazanmak için değil, önyargılardan ve saplantılardan kurtulup durum hakkında taze bir değerlendirme yapabilmek için de beynin dünyevi katmanlarının etkisinden arınıp sakince düşünebilmesi, yani uyku gereklidir.
Çiçeği burnunda ‘anne’ nin nişanesidir uykusuz gözler. ( Bebeğin mis kokusu yanında, bu uykusuzluğu da paylaşan babalara selam olsun). Dünyanın en zor ve en güzel sorumluluğu sahibini ilk olarak uykusuzlukla sınar. Hayatının ilk aylarını mükemmel bir konfor alanında geçiren bebek, yeni dünyada acıktığını, kirlendiğini, yorulduğunu ya da korktuğunu duyurmaya ihtiyaç duyduğu an gece ve gündüzü tanımadan harekete geçer. Geldiği yer sürekli karanlıktır zira, ya da sonsuz aydınlık… Kim bilir? Uyumayı öğrenmek hem kendisi hem de bakımını sağlayanlar için hayatı çok kolaylaştırır. Geldiği yeni alemin heyecanıyla direnmesi sanki uyursa geri dönemeyeceğine karşı önlem niteliğindedir. Önünde sonunda maceraya verilen bu kısa bu molaların değerini anlar ve okul yılları başladığında her sabah uyanmaya direnir.
Kaygılı bekleyişlerin ilk kurbanı yine uyku olur. Yapılabilecek bir şey varsa uyku vakti mesaiye eklenir. Bedenen yorucu da olsa, ekstra süre kazanmanın mutluluğuyla dayanmak kolaylaşır. Öğrencilerin sınav öncesi hazırlıkları gibi. İşi uyku zamanına bırakmamak en doğrusu olsa da sınırlı dönemlerde taviz verilebilir. Ancak durum kişinin çabasının dışına çıkmışsa (haber beklenen bir hasta ya da sonuçlanması sürece bağlı durumlar), dualarla geçen uykusuz gecelerden söz ederiz. Ne mutlu elinden geleni yaptıktan sonrasını hayır dileyerek akışa bırakabilen ve her belirsizliğin orucunu uykuya tutturmayanlara.
Küçük bir çocukken, henüz bir uçak yolculuğu yapmadan önce rüyalarımda yaşadığım, pelerinsiz uçuş deneyimini arkadaşlarımla paylaştığım ve bu durumun genel geçer olmadığını anladığımda çok şaşırmış, biraz da özel hissetmiştim doğrusu. Rüyaların ancak zihinde kayıtlı olan görüntülerin bir araya gelmesinden oluştuğunu düşününce nasıl olup da binaların teras ya da çatılarını üstlerindeki detaylarla beraber imgeleyebildiğimi çözememiştim. Sonra anladım ki görseller yeterliydi. Şahsen deneyimlemiş olmak gerekmiyordu. İnsan beyni olağanüstü bir kurgu üstadıydı ve biz, siyaha beyaz başlamış da olsa, helikopter yardımıyla çekilen, okyanus üzerinden görkemli şehre yaklaşan ve olay mahaline odaklanan filmlere aşinaydık. Tüm ‘uzaylı’ tasvirleri tarihte var olmuş ya da hala varlığını sürdüren türlü canlının uzuvlarının bir araya gelmesinden oluşuyordu. Aslında rüyalarda özel olan tek şey kurgunun farlı olmasıydı. İşte üniversite yıllarında döneminin üst düzey yapımlarından biri olan Matrix filminin bende ayrı bir yer edinmesinin nedeni buydu. ‘Seçilmiş’ olduğu söylenen ana karakter, yapabileceğine inanana kadar, bedeninin kabullendiği sınırlarını bir türlü aşamıyor, her seferinde düşüyordu. Ancak değer verdiği biri tehlikeye girdiğinde, inanarak kendini boşluğa bıraktı. Metaforlarla dolu filmde bu sahneyi izlerken gülümseyerek şunu söyledim:’ Hey dostum, ben bu sahneyi hatırlıyorum’. Çünkü ilkokula yeni başladığım dönemde bir gece, ‘kötü insanlar’ ın peşimde olduğu bir kabusta kaçarak bir apartmanın terasına çıkıp, yaklaştıklarını gördüğümde yumruklarımı sıkıp parapete çıkmış ve sadece ’yapabilirim’ diyerek şehrin üstünde süzülmüştüm (filmden 10-15 yıl önceydi). Kendi kahramanım olmak yeterince tatmin ediciydi. Çünkü o sıralar parktaki yüksek kaydıraktan bile uzak durduğum bir dönemdi…
Bedenin ve ruhun en masrafsız ve zahmetsiz yoğun bakımı olan uyku bize geçmişi değerlendirme, gereksiz verileri silme, ihtiyaç olanları derinlerden bulup çıkartma, yenilenme ve iyileşme fırsatı veriyor. Öyleyse her gün, özellikle gecenin lacivert atlas yorganı üstümüzdeyken, baldan tatlı baltadan ağır, kendimize, başkalarına ve hayata vurduğumuz tüm kilitlerden azade, güzelliklere uyanmak üzere gözlerimizi kapatalım.
Allah rahatlık versin.
Yorum Yazın
Facebook Yorum