Yumruk büyüklüğünde, bizimle birlikte büyüyen, ıslak ve yumuşak bir yerdi ilk mekanımız. Yaratıcının koruyucu ismini vermişlerdi ona, ki aslında adaletinin de sembolüydü. Sığamaz olunca bir nefes almaya çıktık, çıkış o çıkış… Elimizi ayağımızı sağa sola çarpmadan serbestçe çırpınabildiğimiz korkuluklu yatak ne kadar da genişti. Açılan gözlerimizle ilk önce tavanı sonra içinde olduğumuz odayı fark ettik. Oda kocamandı. Anne kucağında odadan çıkarken bir de baktık; başka odalar, başka kapılar vardı daha büyük yerlere açılan. Koşmak bile mümkündü ayakta durabilene. Ve karşılaşılan ilk pencerede; heyecan, korku, şaşkınlık, sevinç.. Henüz adı konmamış bir yığın duygu sardı içimizi. Dolaşılan sokaklar, bambaşka yapılar ve dünyayı gösteren ekranlar ile duvarlar yıkıldı, sınırlar aşıldı, ölçek değişti.
Güvende olma ihtiyacı o kadar derinden sesleniyordu ki ilk oyun alanlarımız pikniğe gidilen ormanın sınırsızlığına rağmen, ahşap masa altları, çarşaflarla evde kurulan kamp çadırları ve yüklük dolapları oldu. Görülmediğimiz yerde hayali hükümdarlığımızda yaşamak bambaşkaydı çünkü. Bir süre sonra kalabalığın içinde görünür olma kaygısına düşeceğimiz kimin aklına gelirdi? Yıllar sonra dönüp bulabildiysek oynadığımız parkları, koştuğumuz sokakları, gazoz aldığımız bakkalı, gördük ki her şey hatırladığımızdan daha ufaktı.
O zamanlar bir yerlerde Yeni Türkü nün şarkıları çalardı:
‘Sakın çıkma patika yollara
O dağlara, kırlara, o karlı ovaya
Yenik düşüyor herşey zamana
Biz büyüdük ve küçüldü dünya’
Oyunlarımızı sığdıramaz olduk akıllara, çocukları ülkelere, eşyaları evlere. Kibrimizi sığdıramadık hayata. İşte tam da bunun için şarkının esasında söylendiği gibi ‘kirlendi dünya’...
Yorum Yazın
Facebook Yorum