Günümüz insanının sonsuz telaşı içinde kovalayıp durduğu AN da kalabilme bilgeliğinin basılı görselleri…
Doğada türlü canlı ve cansızın, akış içinde, ışık iksiriyle büyülendiği o AN lar... Sahnede oyuncunun kurmaca bir karaktere biçtiği hali, yüzü ve bedeniyle kuşanıp, ‘artık ben, ben değilim’ dediği o AN lar…
Dostlarla geçirilen keyifli saatlerin katlanıp, minicik bir zarfa sıkıştığı, çılgın kalabalıkların kadraja sığmaya çalıştığı o AN lar..
Anne karnından başlayıp, tüm yaşamın belgelendiği, tanışmaya yetişilemeyen önceki nesillerin kabul salonları, kişisel arşivlerin vazgeçilmezleri o AN lar…
Tarihin acı tatlı kırılma noktalarını hafızamıza yerleştiren, ardında kitaplarca hikaye saklıyken bir gazete sayfasında karşımıza çıkıveren o AN lar…
Tüm sanat dallarında, algının en kritik ayarı bakış açısıdır aslında. Notaların, kelimelerin, renklerin, çizgilerin ve hareketlerin dizilişi, sanatçının bakış açısıyla şekillenir, milyonlarca benzeri arasında benzersizleşir. Zamanla bu ayarlardan en az biri mutlaka değişir. Hiçbiri değişmese, bakan göz artık aynı göz değildir. Zaten adı geçen ‘bakış’ da sadece gözün harcı değildir.
Temelde iki boyutlu görsel eserler verildiği için resimle yarıştırılan (hatta ismi karıştırılan) fotoğrafçılık, teknolojinin mobilizasyonu ile hayatımıza daha bir entegre oldu sanki. Özellikle güncel eklentilerin insanlara, kendilerini görmek istedikleri haliyle ekrana yansıtabilecek imkanı sunması, sanal alemde gerçeğinden çok vakit geçiren bizlere adeta avatarlarımızı yaratma yolu açtı. Zaman zaman hangisinin gerçek biz olduğunu dahi unuttuk. Natürmort ile başlayıp, deformasyon ve stilizasyon ile devam eden resim teknikleri, fotoğrafta insan yüzüne uyarlanınca, benzersizleşmek yerine aynılaşan kadınlarımız oldu. Zaten farklı amaçla çekilen bu fotoğrafların sanat olmaktan çok uzak olduğunu söylemekte sakınca yoktur sanırım. Tam da bu noktada fotojeni engelli olanlarımızın vesikalık işkencesinden bahsetmeden geçemeyiz. Filtrelerimizle yarattığımız avatarların anti-süperkahraman hallerine benzeyen garibeler de biz değiliz. Kusura bakılmasın.
Fotoğraf görüntünün birebir aktarılması mı yoksa doğru teknik ve ekipmanla kişinin duyguları ve bakış açısıyla gördüğünü yansıtma çabası mıdır? (Teknoloji ve duyguyu bir arada düşünmekte zorlananlara meslek damarımdan güç alarak başarılı mimarlık eserlerine göz atmalarını öneririm.)
Ne tatlıdır ki sinemanın dahi çok sayıda AN ın ardı ardına kaydolduğu karelerden oluştuğu konusunda ısrar eden dünya çapında yönetmenler de eserlerine ‘movie’ yerine ‘picture’ demeyi tercih ederler.
AN’ı, virgüllerden kurtarıp sislenen hafızaların gıdası ANI lar yapan, geleceğe taşıyan, yüreği, sabrı, bilgi ve becerisiyle sanata dönüştürüp bizlere sunan herkesin eline sağlık. Tüm bunları yazan ben, kim miyim?
Duvarın dibinde resmim aldılar
Ak kağıt üstünde tanıyın beni…
Yorum Yazın
Facebook Yorum