Bize sanat serüveninizi anlatabilir misiniz?
Ben müzik alanına yaklaşık 5 yaşındayken başladım. O da şöyle gelişti aslında… Evimizde banyo yaptığımız kovaların arkasını çevirip darbuka olarak çalardım. Ritim tutardım, ritim çalardım. İnsanları eğlendirirdim, oynatırdım. En son bir gün bir doğum günümde bir baktım babam elinde bir hediye ile geldi. Hediyeyi açtığımda darbuka olduğunu gördüm. 6 yaşımda bana darbuka hediye ettiler… O darbukayla benim müzik serüvenim başlamış oldu. Her yerde çalarak gezmeye başladım. Sonra şarkı söylemeye başladım. Darbuka çalıyor ve söylüyordum. Hep müzik vardı içimde… Hayatım şarkı söyleyerek geçti. Derken 9 yaşımda bir baktım bağlama geldi eve… Bağlama kursuna başladım. Öğretmenim Musa Eroğlu’nun saz arkadaşıydı. Böylelikle nota ve bağlama öğrenmeye başladım. Sonra gitarla tanıştım. Kendi kendime gitar çalmayı öğrendim. Sonra ortaokuldaki öğretmenim beni keşfetti. Güzel Sanatlar Lisesi’ne göndermek istedi. Fakat gitmedim. Ancak peşimi bırakmadı. Bir şekilde hayatımın müzikle buluşacağı varmış ki lise de müzik öğretmenim sesimin diğer insanlardan farklı olduğunu anladı ve bunu bana anlatmaya çalıştı. Bana opera sanatçısı olabilirsin dedi. Hocamız Engin Aktuğ’un operada çok sesli bir korosu vardı. Koroya gidip gelmeye başladım. Operanın içinde etrafı gözlemlemeye başladım ve operacılara ilgi duymaya başladım. Opera ile böyle tanıştım. İlk izlediğim opera 3 perdelik La traviata idi. Bu işe gönlümü adadım ve 3 yıl koroya gidip geldikten sonra rahmetli tenor Fahri Önoğlu ile şan dersine başladım. “Hocam benden olur mu?” dedim. “Olur senden Serkan” dedi. 2 ay şan eğitimi alıp yollara düştüm. Önce İstanbul’a gittim. İzmir ve İstanbul arasında gidip geldikten sonra İzmir ağır bastı. İzmir’de sınavdan kaldım. Eskişehir’i kazandım ve orda 5 yıl opera şarkıcılığı anlamında tamamladım. O süre zarfında çok sevdiğim bir sanatçı var. Şuan kendisi Ankara Devlet Opera ve balesinde mezzo soprano Ferda Yetişer’in öğrencisi olma şansını yakaladım. Kendisi hala hocamdır ve ara ara çalışmaktayız. O benim büyük bir şansımdı. Konservatuardan mezun olmaya yakın bir opera yarışmasına katıldım ve mansiyon ödülü aldım. Mansiyon ödülünü kazandıktan sonra bir yıl Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde çalıştım. İlk Carmen operasında Zuniga rolünü söyledim. Daha sonra kazandığım yarışmada jüri olan Peter Spuhler Almanya’da Badischen Staatstheaters Karlsruhe operasında direktördü. Arıyor ve Serkan Sevinç’i istiyoruz diyor. Böylelikle Almanya’ya davet edildim. Orda bir süre solistlik yaptıktan sonra Mersin’e geldim. Mersin opera sınavını kazandım ve burada yaşamaya başladım. 9 yıldır ise aktif olarak çalışmaktayım.
Türk operasının geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?
Avrupa’da ve Amerika’da operalardaki gördüğüm düzen ve disiplin inanılmaz. Makine gibi çalışıyorlar diyebilirim. Saygı çerçevesinde emek gösteriyorlar. Oralardaki prodüksiyonla Türkiye’de ki prodüksiyon arasında tabii ki fark var. Ancak bizim ülkemizde de bu işe emek vermiş üstadlarımız hocalarımız var. Kötü bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Ayrıca günden güne opera ülkemizde daha çok sevilmeye başladı. Oyunlar çoğu zaman kapalı gişe oynanmaya başladı. Bu zaten ülkemizin kültürsüzlüğünden değil… Biz coğrafya gereği Ortadoğu ülkesiyiz. Kimse Mozart, Bach, Beethovenla büyümüş değil… Hepimiz Anadolu insanlarıyız. Neşet Ertaş, Aşık Veysellerle büyümüş insanlar olduğumuz için belki bu yapılan sanatın bir tık daha geç farkına varılmış olması kimsenin suçu değil. Kısacası iyi noktaya doğru gidiyoruz. Kötü bir yerde değiliz ama tabii ki de daha iyi yerlerde olacağız.
Operanın sadece belli bir kesime hitap ettiği algısı vardı. Sizce opera nereye hitap etmeli?
Operacı olmak sizi nasıl hissettiriyor?
Opera sanatçısı olmak kısaca en net en öz şöyle tarif edebilirim size Tanrı’ya şükrediyorum. Tekrar dünyaya gelmiş olsam yine bu işi tercih edeceğimden şüphem yok diyebilirim.
Bu sanatı yapmak isteyen ve yolun başında olan gençlere neler önerirsiniz ?
Gönülden ve içten severek bağlanmaları bu işin temel noktasıdır. Çünkü bu iş hiçbir işe benzemez. Keyif almıyorsan bu iş senin için uygun olmayacaktır. Bu iş kalpten yapıldığında ancak icra edilebilir. Duygu olmalı… Yoksa bir anlam ifade etmez. Öncelikle yeteneklerini fark etmeli… Kendini keşfedip yeteneğinin farkına vardıktan sonra çok çalışması gerekiyor. Çünkü hep üstatlarımız der bu işin yüzde 80’ni çalışma yüzde 20’si yetenektir der. Üstünde çalışılmayan yetenek çürüyüp gider. Disiplin şart. Tüm hayatlarını ona göre düzenlemeliler. Disiplin, çalışma ve özveri gerektiren bir iş. Sürekli kendini geliştirmeli… Sonrası ise oldukça haz dolu… Sonuçta bir izleyici kitlemiz var ve yeri geliyor alkış yeri geliyor coşkuyu alıyoruz. O sahne de o alkışın keyfini almak bişeyi başardın ve onun tebriğini almak gerçekten güzel bir duygu güzel bir his… Sevgiyle, saygıyla, hürmetle kalınız efendim.
Röportajımız burada sonlanıyor. Bizi okuduğunuz için teşekkürleri borç biliriz. Gelecek röportajlar için takipte kalın...
Yorum Yazın